İçim Dışım Bir

Geçenlerde ufak çaplı çatışmalar yaşadığım komşuma kendi kendime saydırırken dış dünyadaki gerçekliğimi kendim yarattığımı hatırladım bir kez daha ve bu meseleyi ciddiye almam gerektiğine ayıldım. 

"Düşüncesiz, bencil kadın. Bir de öğretmen olacak. Senin yetiştirdiğin öğrenciden ne hayır gelir" diyordum ki bilinçaltımın ben ve onlar diye bir ayrım yapmadığını, söylediğim her şeyi üstüne alındığını hatırladım. Üstelik kadınım ve öğretmenim. 

Hemen geri aldım sözlerimi ve bundan böyle sözlerimi özenle seçmeye, duymak istemeyeceğim şeyleri söylememeye niyet ettim. "Sen harika bir öğretmensin ve mükemmel öğrenciler yetiştiriyorsun" dedim hem ona hem kendime. 

Aynı bütünün parçaları olduğumuzu hatırlattım kendime.

An(ı)lar

Orta okuldayken bir 19 Mayıs kutlamasında çekilmiş bir fotoğrafımı paylaştım bugün sosyal medyada. Günün anlam ve önemine uygun diye, ama en çok güzel görünüyorum diye. Hâlâ beğenilmek=sevilmek=onaylanmak yanılgısından kurtulabilmiş değilim, farkında olsam da.

Fotoğrafa bakarken düşündüm. O günü hatırlamıyorum. Kesik kesik sahneler var elbette, fakat stadyumun çimleri üzerinden seyircilere baktığımı hatırlamıyorum, müziği duyduğumu hatırlamıyorum, haftalarca prova ettiğimiz hareketleri yapışımı hatırlamıyorum, sağımdakini solumdakini hatırlamıyorum, oraya nasıl gittiğimi, oradan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Bu anıların hiçbiri yok kayıtlarımda. Çocukluğumun büyük bir kısmı gibi. 

Ve sonra fark ettim ki ben böyle "büyük" anların hiçbirini net hatırlamıyorum. Ne yaptığımı, ne söylediğimi, ne hissettiğimi, neler olduğunu. Sahnede olma anları en çok bahsettiğim. Gösteriler, şenlikler, konserler vs. 

Bugün şunu anladım: ben bu eylemlerin her birinde tamamen görevimi başarılı bir şekilde yerine getirmeye odaklıydım, dolayısıyla orada değildim aslında, an'da değildim. İçinde olmadığın an'ı nasıl hatırlayabilirsin ki? Zihnimdeydim o sırada. Çimenlerin üzerinde, gökyüzünün altında, ailemin karşısında, arkadaşlarımın arasında değildim. Kendi kafamın içindeydim. 

Ve kafam diyordu ki: kendini utandırma, başarılı ol. O zaman bilincinde değildim ama bugün anlıyorum başarısız olursam, hata yaparsam beni sevmezler diye düşündüğümü zihnimin diplerinde. Beni onaylasınlar ve sevsinler diye kendimi, kendi anlarımı kaçırdığımı.

Şimdi yazarken bir şeyi daha fark ettim. Konfor alanımdan çıkmamı gerektiren her an gözlerimi kapıyorum. Sevinçli bir heyecan anı da olabilir bu, korku dolu bir dehşet anı da. Ellerimin üzerinde durmaya kalkıştığımda mesela ya da uçaktan atladığımda hep kapattım gözlerimi. Hem de en uyanık en gözü açık olmam gereken durumlarda. 

Böyle böyle kaçırdım anları. Anılarım hiç olmadı. Hayatımın en güzel, en farklı deneyimi olabilecek şeylerini o an ve orada yaşamak yerine korkuya teslim ettim kendimi, bilmediğim bir yerlere savruldum, bir boşluğun içine düştüm. Hatırımda yalnızca boşluk kaldı. Ve sonra "büyüdüğümde" hatalar yapmaya başladım, başarısız olmaya. Her başarısızlık anında darmadağın oldum çünkü yıllardır besleyip büyüttüğüm korkularımın gerçek olduğuna, korktuğumun başıma geldiğine, artık sevilmeyeceğime inandım.

Oysa kimse bana yüksek sesle "hata yaparsan, başarısız olursan seni sevmem" dememişti. Tüm bu korkuları ve gereklilikleri yaratan zihnimdi. Hepsi yalnızca kafamın içinde oluyordu.

Tüm bunların farkında olarak hâlâ savrulmak mümkün elbette. Fakat farkındalık bu savrulma anlarından sonra toparlanmayı hızlandırıyor ve kolaylaştırıyor, kendine gülüp geçebilmeni sağlıyor. İlahi ben. Sonra bir bakıyorsun, savrulma ve toparlanma aşamalarını atlamış doğrudan gülmeye geçivermişsin. İşte o anları yakalamak dünyaya bedel. Geç olsun, güç olsun ama olsun. 

Artık kolay kolay sevilmediğim sonucuna varmıyorum, çünkü sevildiğimi biliyorum, çünkü kendimi seviyorum ve başkaları hakkında varsayımlarda bulunmuyorum. Kendime başkalarının gözleriyle "kesin beni böyle görüyorlar" varsayımı ile bakmak yerine, kendi gözlerimi kendime çevirerek bakıyorum ve gördüğüm her şeyi kucaklıyorum. Çünkü şu anda ve burada elimden gelenin en iyisini yapan halim bu. Şu anda ve burada ben buyum.

Yargılar

Kendi derinliklerime inip eşeledikçe yeni karanlıklar keşfediyorum. Kendime ait duyguları nasıl başkalarına yansıtmış olduğumu görüyorum. 

Korkularımı eşelediğimde altından yine ben çıktım. En çok korktuğum şeyin kendi yargım olduğunu anladım. 

İşin daha da çetrefilli tarafı ise şu ki kendimi yargılarken kendime başkalarının gözünden baktığımı ve elbette başkalarının gözlerini de kendi varsayımlarım üzerinden şekillendirdiğimi fark ettim. 

Yani, bu keşfi yapana dek kendime hiç kendi gözlerimle bakmamışım. Kendimi öyle dışlamışım ve öylesine başkalarına odaklanmışım ki ben diye bir şey hiç olmamış aslında. 

Farkında bile olmadan sürekli olarak kendimi yargılarken, başkalarının yargılarını da kendiminmiş gibi benimsemişim. Babamın yargıları üzerinden anneannemle olan ilişkimi, annemin babam hakkında söyledikleri üzerinden babamla ilişkimi şekillendirmişim. 

Yargıları benim kendimi yargılama modelime uyan kişileri arkadaş ve sevgili seçmişim. 

Mişim mışım diyorum ya, masalmış zira hayatım şimdiye kadar, uykudayken dinlediğim bir masal. 

Tamamen uyanmış olmayabilirim muhtemelen fakat bu saydığım hakikatlere uyandım. Kendimi ne zaman birini yargılarken ya da yargılamak üzereyken yakalasam bunu hatırlatıyorum kendime. Kendime duymayı öğrendiğim sevgiyi kocaman büyüttüğümü canlandırıyorum zihnimde ve kalbimden o yargıladığım insana doğru gönderdiğimi hayal ediyorum pembe ışıklarla. Bunu yaptığımda yoğun bir şefkat duygusu yaşıyorum tüm bedenimde. Kendimi harika hissediyorum.