Çıkış

Sokağa çıkma yasağı dedikoduları dönmeye başlayınca kafamın içinde alışveriş listeleri döner oldu. Bakıyorum listeye, saçma sapan şeyler. Hepsinden biraz var evde. Yedeklesem mi diye düşünüyorum. Hiçbiri hayati ihtiyaç değil. Lüks yani. 

Önce kendimden utandım; derdin bunlar mı diye, bunlar olmadan yaşayamaz mısın diye, normal şartlarda bugün evden çıkmayacakken bunlar uğruna mı çıkacaksın diye. 

Bu düşünce akışı beni kendimle ilgili, burjuvalığım dışında, başka bir gerçeğe ayılttı: her gün yaptığım ya da tükettiğim, hayatımın sıradan bir parçası haline gelmiş bir takım şeyler ben onları otomatikleşmiş bir şekilde farkına bile varmadan yapar ya da tüketirken nasıl da vazgeçilmez olmuşlar. 

Bir önceki yazıda "yin zamanı, bırakma zamanı" demiştim. Bırakılması gerekenlerin bir kısmı da bu sözde vazgeçilmezler işte. Konfor alanı dediğimiz şey aynı zamanda bir hapishane aslında; içine kendimizi hapsettiğimiz rutinler silsilesi. 

Kendi kendime söyleyip durdum onca zaman "yoga felsefesine, hayata, inanca, doğru insan olmaya dair edindiğin bütün bu bilgileri uygulamaya geçirmek için bir dağın tepesinde inzivaya çekilmek işin en kolay yolu; hatta bir nevi hile. Mühim olan tüm bunları hayatın akışı içinde uygulayabilmek; esas sınav bu." 

Evde tek başına oturmak da bir nevi inziva elbette ama bir mağarada elektriksiz, internetsiz, musluksuz, gardropsuz, telefonsuz, ocaksız, kalorifersiz, buzdolapsız, marketsiz, insansız olmakla aynı şey değil yine de. Dolayısıyla bilgiyi uygulamaya koymak hâlâ oldukça zor. 

Biliyoruz ki insan en zoru bile mecbur kalınca başarabiliyor. Sandığımızdan çok daha güçlü ve dirayetliyiz aslında. İşimize gelmiyor sadece. Beni tedirgin eden muhtemel mahrumiyet halini bu dünyanın her tarafında her gün yaşayan bir sürü insan var biliyorum. Buna ahlayıp vahlamak şımarıklıktan başka bir şey olmaz biliyorum. Babamın yokluğuna alışmışım, her şeyin yokluğuna alışabileceğimi biliyorum. 

Kafamı kurcalayan bu değil zaten. Kafamı kurcalayan, bir gün bütün bunlar bittiğinde, dünya tekrar dengesine ve sağlığına kavuştuğunda, şayet hayatta kalanlardan biri olursam, tüm bu yaşadıklarımdan bir ders çıkarabilecek, azla yetinmeyi ve paylaşmayı öğrenmiş, hayatı basit ve sade yaşamayı başaran biri olarak mı devam edeceğim hayatıma, yoksa hemen eski fuzuli alışkanlıklarıma geri mi döneceğim? 

Bu korkunç insanlık deneyimini kendim için iyi bir derse çevirebilmeyi ve bu deneyimden değişmiş, dönüşmüş, büyümüş biri olarak çıkabilmeyi diliyorum. 


Hiç yorum yok: